Kutuplaşma ve demokrasi

Şimdiye kadar kutuplaşmayla ilgili bir çok yazı kaleme aldım. Görünen o ki daha da çok yazacağım. Hem de bir sürü suçlama ve hakareti göze alarak.

Kolay olan sessiz kalmak, ancak bu aynı zamanda sorumluluktan kaçmak anlamına da geldiği için kolayı seçme lüksümüzün olmadığı kanaatindeyim. Biz doğru bildiğimizi söyleyelim. Belki birilerinin şapkasını önüne koyup düşünmesine vesile oluruz.

Belki de idrak edeceğimiz Ramazanın da buna bir katkısı olur. Nitekim oruç tutmak sadece nefsini açlıkla terbiyeden ibaret değildir.
Toplumumuzda zaten var olan kutuplaşma seçim sathı mailine girdikten sonra iyice şiddetlendi. Artık bir siyasi rekabetten bahsetmek mümkün değil. Toplum iki kampa ayrıldı ve her iki kamp da bir diğerini en ağır ifadelerle karalamaktadır.

Maalesef bu durum sadece siyasetçilerle sınırlı kalmamaktadır. Onların sempatizanları da dozu iyice artırarak bu kutuplaşmaya çanak tutmaktadırlar. Öyle bir algı oluşturuluyor ki taraflar kendilerinin seçilmemesi halinde ülkenin bir beka meselesinin olacağını dahi iddia etmektedirler. Hal böyle olunca da kitleler karşı karşıya gelmekte ve huzur kaçmaktadır.
Halbuki demokrasilerde siyasi partiler programlarıyla halkın karşısına çıkmaktadır.

Siyasi rakipleri eleştirirken onların programları ve sözcülerinin eylem ve söylemleri esas alınır. Bütün bunlar karşılıklı saygı esasına dayanır. Kimse kimsenin niyetini okumaya yeltenmediği gibi, muğlak ifadelerle rakiplerin kişiliklerine de saldırılmaz. Herkes diğer partilerin de ülke menfaatleri için çaba sarf etmek istediği, aralarındaki farkın ülkeyi yönetme metodundan kaynaklandığını bilir. Yasalar çerçevesinde kalmak kaydıyla her siyasi fikir meşrudur.

Maalesef bunları Türk siyasetinde göremiyoruz. İstisnasız her siyasi parti kendisini ülkenin tek meşru partisi olarak görürken, diğerlerini ülke için bir tehdit olarak görmektedir. Her parti diğer partilerin ne kadar ‘kötü’ olduğunu iddia ederken kendilerinin neden ‘iyi’ olduğunu anlatma ihtiyacı hissetmezler. Yapılan vaatler sadece seçmenlerin oyuna almaya odaklıdır. Bunun kısa ve uzun vadede ne anlama geleceği üzerinde durulmaz.

Rakiplerin vaatleri ise argümanlarla değil, küçümseyerek eleştirilir. Hakaret, manipülasyon ve iftiralar da cabası!
Gönül isterdi ki, siyasi partiler medeni bir şekilde ülkenin temel meselelerine kısa ve uzun vadede ne gibi çözümleri olduğunu halka anlatsınlar.

Ülkenin geleceğinin teminatı olması gereken eğitim sistemiyle ilgili düşüncelerini paylaşmaları, çıkmaza giren dış politikanın nasıl tekrar ülke menfaatleri için rayına oturtulacağı, gelir dağılımındaki adaletsizliğin nasıl giderileceği, turizmde sağlıklı büyümenin nasıl gerçekleştirileceği, çevre, sosyal güvenlik, terör, fikir ve inanç özgürlüğü, kontrolsüz kentleşme, kültür, sanat gibi alanlarda nelerin hedeflendiğini duymak isterdik, ama maalesef bunlar ya hiç gündeme gelmemekte ya da muğlak ifadelerle geçiştirilmektedir. Maalesef seçmenlerden de bu yönde bir talep görememekteyiz.

Maalesef sadece mesele sadece yukarıda ifade ettiklerimizden ibaret değil. Adil bir seçim sürecinden de bahsetmek mümkün değil. Parti içi demokrasi ise istisnasız her partide sadece dikte edileni kabul etmekten ibarettir. Doğu’nun müzmin hastalığı “ben gidersem ülke elden gider” mantığı her partiye hakim olunca bu uygulamalar ister istemez kaçınılmaz olmaktadır.

Her türlü olumsuzluğa rağmen seçimlerin ülke için hayırlı, Ramazanın bereket ve barışa vesile olmasını dilerim.




Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

error: Content is protected !!
Haber her gün e-postanıza gelsin

Haber her gün e-postanıza gelsin

Yeni haberleri e-postanıza ulaştırmamız için mail adresinizi girmeniz yeterli.

You have Successfully Subscribed!