
Aşırı sağcı ve ırkçı siyasetçi Rasmus Paludan’ın Kur’an yakmasıyla başlayan eylemi, “Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar Hareketi”lideri Edwin Wagensveld’in Lahey’de Kur’an yırtma eylemiyle devam etti. Son olarak Rasmus Paludan, Danimarka’da eylemini tekrarladı, bunu devam ettireceğini kamuoyuna deklare etti
Kur’an’ın yakılması ve yırtılmasıyla birlikte bu tür eylemlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği tartışması bir kez daha alevlendi.
Başkasının dini değerlerine hakaret etmek, özgürlük kategorisinde değerlendirilemez
Dikkat edilirse, bu sivil ve medeni bir tepki. Herhangi bir şiddet yok. Tamamen insanların vicdanlarına yapılmış bir hitap var burada. Küfretmeyin, sövmeyin, kırıp dökmeyin şeklinde.

İkinci tavır ya da ayet yine buna benzer bir ilkedir. Onlar, Allah’ın ayetleriyle alay ettikleri zaman, mevzu değişinceye kadar orada bulunmayın, orayı terkedin. Sanırım Nisa Suresi’nde idi bu ilke. Dikkat ederseniz bu da son derece medeni, son derece barışçıl bir tepki. Normal olan tepki bu. Dolayısıyla şu anda Müslüman toplumların bu tip durumlarda yapması gereken, buna benzer sivil, medeni, demokratik ve barışçıl tepkileri ortaya koymalarıdır. Eğer İslam dünyasında şiddete varan tepkiler ortaya koyulursa, onların mantığına düşmüş olunur. Yani hakaret ve aşağılamaya aynı düzeyde tepki verilecek olunursa, o zaman onların derekesine düşmüş olunur. Burada medenilik, üstünlük olan tutum, onların yaptığı hakareti yapmamaktır. İğrenç, aşağılık bir eylem ortaya konmuşsa, sana düşen üstünlüğünü ve medeniliğini ortaya koymaktır.
Kur’an yakma iğrençliğinin, ifade özgürlüğüyle ilişkisine gelince, bu ifade özgürlüğü kapsamına girmez. Burada da özgürlük kavramı önemli. Özgürlüğü nasıl anlayacağız? Yasa ona göre teşekkül edilir, bildiğiniz gibi. Medeni olarak, bir başkasının kutsalına hakaret etmeyi Tanrı yasaklamışsa, bunu serbest yapmak doğru değildir. Böylesi bir yasal düzenlemeye ilişkin, insanların böyle bir hakları olmamalıdır. Başkasının dini değerlerine hakaret etme, özgürlük kategorisinde değerlendirilemez. Çünkü özgürlük neticede insanın en temel varoluşsal kimliğinin kurucu unsuru olan değerlerine hakaret etmeyi içermemeli, bilakis onu dikkate almalıdır.
Eleştiri ile hakareti birbirine karıştırmamak gerekir
Dolayısıyla eğer birileri herhangi bir şeye saygı duyuyorsa, değer veriyorsa, ona hareket etme, onu aşağılama, onu parçalama, onu iğrenç kılacak eylemde bulunmamalı. Eleştiri ile hakareti birbirine karıştırmamak gerekir. Sen değer vermediğin karşı bir inancı, onun gerçek anlamda değerli, ulvi ve yüce olup olmadığını eleştirebilirsin, buna hakkın var. Şu şu adamın, şu şu kutsiyeti veya yüceliği yoktur diyebilirsin. Çünkü insanlar abuk sabuk şeyleri de kutsallaştırabilir. Her kutsala saygı duyalım dersek, o zaman insana ve aklına da hakaret etmiş olmaz mıyız? İpin ucu kaçar yani. Eğer bir şeyin kutsal olmadığına, değerli olmadığına inanıyorsan bunu hakaret etmeden eleştirme hakkına sahip olmalısın. Niçin? Hem o kutsalın gerçek değerini korumak için, kutsalın ne olduğunu ortaya koymak için hem de onu benimseyen insanların onurunu ve gelişmesini temin etmek için.
Tarihte görülen örnekleri bakımından kitap yakmak, faşizme davetiye çıkarmaktır

Hangi ifade türlerinin ifade özgürlüğünün sağladığı korumanın dışında kaldığı netleştirilmelidir. Eylemler ve medya aracılığıyla yayılan nefret söyleminin hedeflenen kişi ve gruplar üzerindeki potansiyel etkisini dikkate alan ve hesaba katan ilkeli, insan haklarına dayalı bir yaklaşım izlenmelidir.
Ceza hukuku son çare olarak ve en ciddi nefret ifadelerinin ve nefret savunuculuğunun önlenmesi için uygulanmalıdır. Devletler hangi nefret söylemi ifadelerinin cezai sorumluluğa tâbi olduğunu ulusal ceza kanunlarında belirtmeli ve açıkça net olarak tanımlamalı ve yasaklamalıdır.
Tarihte görülen örnekleri bakımından kitap yakmak, faşizme davetiye çıkarmaktır. Dinsel nefretle kitap yakmak; dünyada barış ve adaletin asıl temelini oluşturan insan haklarının korunmasındaki ortak anlayışın temelini sarsar. İnsan Hakları ve Evrensel Bildirisi başta olmak üzere temel insan hak ve özgürlüklerinin korunmasında nefretin, şiddetin, ırkçılığın ve faşizmin reddi herkesin görevi; ifade özgürlüğünün gereğidir.
“Kur’an böyle durumlar için vakur tavır öneriyor, fakat her Müslümanın Kur’an’ın ideal bilincine sahip olmadığı muhakkak”
Birleşik Krallık, Kanada, Fransa, Danimarka, Almanya, Yeni Zelanda gibi ülkeler yasalarında nefret söylemini suç olarak düzenlemişlerdir. II. Dünya Savaşı sonrası Almanya ırkçı söylemleri, Nazi sembol ve selamlaşmaları dâhil pek çok eylem ve ifade biçimini suç kapsamına aldı. Nefret söylemi yasağına ilişkin örneklerden biri de “soykırım inkârı” yasalarıdır. Uluslararası Sivil ve Politik Haklar Sözleşmesi’nin 19. Maddesi ifade özgürlüğünü düzenlerken, ifade özgürlüğü hakkının özel bir ödev ve sorumlulukla kullanılacağına işaret eder. Sözleşme ifade özgürlüğünü başkalarının haklarına saygı ve ulusal güvenlik, kamu düzeni ve sağlığı ile sınırlar. Sözleşmenin 20. Maddesinin 2. Fıkrası; “Ayrımcılığa, kin ve nefrete veya şiddete tahrik eden herhangi bir ulusal, ırksal veya dinsel düşmanlığın savunulması hukuk tarafından yasaklanır” der.
Nefret söyleminin yasaklanması hakkında “Féret v Belçika davası” emsaldir. Belçika Parlamentosu üyesi Féret’in seçim kampanyasındaki İslam karşıtlığı Belçika’da cezalandırılmış, Féret AİHM’e başvurmuş ve haksız bulunmuştur.
Bu örnekler göstermektedir ki Müslümanlar için merkezi bir önemi haiz olan Kur’an ve Hz. Muhammed’e dair geliştirilen nefret söylemleri, mushaf yakma, Wilders’ın çektirdiği Fitne gibi sinema yoluyla hakaret, ifade özgürlüğünü istismar etmektir. Özellikle “kitap yakma” Avrupa açısından Ortaçağ’daki Engizisyonu ve Nazilerin 1933’te başlattığı kitap yakma seferberliğini hatırlatıyor. Kitap yakmanın kendisi bizzat ifade özgürlüğünün sembolü olan Kitaba yani ifade özgürlüğüne yönelik faşist bir saldırıdır. Dolayısıyla hem felsefi açıdan ifade özgürlüğüne yönelik saldırılar ifade özgürlüğü olarak değerlendirilemez hem de hukuki açıdan nefret söylemi nefret suçunun ilk aşaması olduğundan suçtur. Hem de nefret söylemi halkın bir kısmını diğerine karşı kışkırttığından kamu güvenliğini de tehdit eder.
Müslümanlar için inandıkları değerleri sembolize eden kutsallara yönelik hakaret ve saldırılar doğrudan benliklerine yönelen bir saldırıdır. Kur’an’ın kendisi, kendine inananlara saldırı ve hakaretler karşısında vakarı ve hikmetli tavrı vâzetse de, şiddet içermeyen sivil protesto yapılmasını emretse de her Müslümanın Kur’an’ın ideal bilincine sahip olmadığı muhakkak. Dolayısıyla kutsallara yönelik hakaret ve provokasyonlar iyi niyetli ama öfkesine yenilen birçok dindarın kamu düzenini bozmasına neden olmakta, bu provokasyon zemini terör gibi illegal alanları genişletmekte, “din savaşları” abartılı olsa da kimlik temelli çatışmaların ve şiddetin artmasının önünü açmakta.
Bu tip söz ve eylemlere asla izin verilmemelidir. Demokrasiler, ifade özgürlüğünü hedef alan faşist saldırılara, ifade özgürlüğü kisvesiyle göz yummamalıdır. Bu özgürlük değil faşizmdir. O zaman IŞİD de ifade özgürlüğünü kullansın diyor mu Avrupa? Hayır.
Uluslararası hukuk ve Avrupa ülkelerinin iç hukukları gereği dini metinlerin yakılması ya da peygamberlere hakaret yasal değil. Aksine bu hukuki açıdan da nefret söylemi. Peki neden tüm bunlara rağmen bu suçlar işlenebiliyor? Çünkü her ne kadar hukuka aykırı olsa da nefret söylemi popülizmi besleyen bir araç. Aşırı sağ diye yumuşatılmış haber dilini bırakıp insanlığın karşısında net bir Faşizm tehdidi olduğunu, faşizmin toplumsal taban bularak siyasette güçlendiğini ve 1945 sonrası anti-faşist temelde örgütlenen Avrupa kurumlarını enfekte ettiğini söylemeliyiz. Benzeri bir durum Türkiye’de de göçmen sorununda yaşanıyor. Zafer Partisi taban kazandıkça hem muhalefet hem iktidar içerisinde kim daha fazla göçmen karşıtı rekabeti başlıyor. Hanna Arendt’in kötülüğün sıradanlığı dediği o faşizm “kötülükte toplumsal uzlaşı” diyebileceğimiz bir toplumsal histeriyi tetikliyor. O yüzden Avrupa’nın 1945 sonrası geliştirdiği demokrasi kültürünü ve hukukunu korumak için nefret söylemleri ve suçlarıyla aktif biçimde mücadele edilmeli. “Kitap yakmak ifade özgürlüğü değil aksine ifade özgürlüğünü hedef almaktır.” Bunu her zeminde vurgulamak gerekir. Bu sebeple de kitap yakılması gibi faşist bir eylem göz göre göre ifade özgürlüğü kavramı paravan edilerek gerçekleştirilebiliyor. Benzeri paradokslar Hollanda ve Fransa gibi demokrasilerde de tekrarlanıyor. Putin de bu paradoksu en az 10 yıldır görüyor. Bunu hem derinleştirmek hem de AB’yi zayıflatıp çökertmek için, Avrupa’daki faşist partileri finanse ediyor.
Faşizmin yeryüzünün hiçbir noktasında söz hakkı olmamalıdır. Görüldüğü yerde ezilmelidir. Dünyanın yeni bir dünya savaşı tecrübe etmesine gerek yok. Faşizme özgürlük yok!
Haber.nl