Umursamazlığın ağır faturası

Geçen hafta AB ülkelerinde seçmenler 751 sandalyeli Avrupa Parlementosu üyelerini belirlemek için sandığa gittiler.

Katılımın geçmiş seçimlere oranla daha yüksek olduğu seçimlerde her ülke kendisine düşen sandalyelere kimlerin oturacağını belirlemiş oldu. Ülkelere düşen sandalye sayısı şimdilik geçici, zira Brexit’in sona ermesiyle Büyük Britanya’ya düşen sandalyeler geri kalan üye ülkeler arasında paylaştırılacaktır.

Haliyle sonuçlar bazı partileri ya parlementoya sokacak ya da daha fazla sandalye kazanmalarına sebep olacak.
Şimdilik kaydıyla sonuçlar belli, ama bizim konumuz kimin ne kazandığından ziyade tablonun bütününe bakıp sonucu siyasi ve sosyolajik olarak okumaya gayret etmek olacak.

Bunu yaparken de biz Batı Avrupa Türklerini temel alacağız. Ee hal böyle olunca da iğneyi de çuvaldızı da kendimize batıracağız.

Önce şu yıllardır dillendirdiğimiz, dilimize pelesenk olan siyasi katılıma Hollanda ve Almanya’yı baz alarak bir bakalım. Herkesin malumu olduğu üzre Türk seçmenler oy verirken listelerde kendilerinden birini ararlar. Bu durum hem siyaseti şuurlu olarak yapan, siyasi parti üyeleri, hem de seçimden seçime sandığa gidenler için geçerlidir. Bu da bize katılım hakkında ciddi veriler sunmaktadır.

Hollanda’da DENK ve diğer partilerdeki Türk kökenli adayların aldıkları oyların toplamı 70 bini bulmuyor. Üstelik DENK’in aldığı 60 bin oyun en az üçte biri de Türk kökenli olmayanlardan geldi. Hepsini toplarsak 250 bin kadar seçmenden ancak 50 bini zahmet edip sandığa gitmiş.

En iyimser rakamlarla % 20’lik bir katılım söz konusu olan. Almanya’da durum daha da vahim. 1 milyona yakın seçmenin en fazla 100 bini sandığa gitmiş. Anlamak mümkün değil. Tuzumuz mu kuru, yoksa dünya umurumuzda mı değil?

Halbuki, kiminle konuşsan mutlaka siyasetle ilgili, sadece ilgili değil, ‘dünya siyasetini’ okumuş, her türlü ‘derin planları’ en ince ayrıntısına kadar biliyor. Hem sorumluluğunun hem de oyunun şuurunda diyebiliriz.

Bu seçimlerin önem veya önemsizliğiyle ilgili bir şeyler biliyorlar da bizimle mi paylaşmıyorlar diye düşünmeden edemiyor insan. Yoksa birbirimizi mi kandırmakla meşgulüz hep? Toplumun kendisinden beklentileri doğrultusunda söylemlerde bulunup eyleme gelince yan çizen, lakayt ve vurdumduymazlar mıyız acaba?

Halbuki bizi doğrudan etkilemeyen Türkiye seçimleri söz konusu olunca yüzlerce kilometre kat edip sandığa gidiyoruz. Gitmekle de kalmıyoruz, aylarca bunun için seferberlik yapıyoruz.

Ama kendimizi doğrudan ilgilendiren seçimlerde ortalıkta yokuz. Hem de sandığa gitmenin bu kadar kolaylaştırıldığı bir ortamda. Bunun sorumluluğunu siyaset ve siyasilere yıkmaya çalışmak yerine seçmen olarak kendimize bakıp hem iğneyi hem de çuvaldızı okkalıca batırmalıyız ki, sıçrayıp kendimize gelelim. Aksi takdirde hariçten gazel okumaya davam ederiz.

Seçim sonuçlarına kısaca bir göz atacak olursak istisnalar hariç, trendin devam ettiğini görürüz. Fransa’da aşırı sağcı Le Pen sandıktan birinci parti olarak çıktı. İtalya, Avusturya ve Macaristan da aynı.

Hollanda’da ilk defa seçimlere katılan aşırı sağcı FvD 3 sandalye ile temsil hakkı kazandı, ancak diğer ırkçı parti PVV 4 sandalyesini de kaybetti ve şimdilik parlemento dışında kaldı, ama Brexit sonrası sandalye dağılımında 1 sandalye ile temsil edilecek. Hollanda’da beklenenin aksine sosyal demokrat PvdA sandıktan birinci parti olarak çıkarken sandalye sayısını 6’ya çıkardı.

Denk ise, Ayhan Tonca gibi geniş kitleler tarafından tanınan, kaliteli bir liste başı adayına rağmen, tabiri caizse hiç bir varlık gösteremedi. Bu da onların şapkalarını önlerine koyup konuyu derinlemesine analiz etmelerine sebep olacaktır.

Son olarak seçimler sonrası tabloya bakarsak şunu görürüz: Göçmenlerin, özellikle de Müslümanların ontolojik bir problem olarak görüldüğü, onların ‘Avrupa kültürü’ için bir tehdit unsuru oldukları ve buna karşı tavır alınması gerektiği geniş bir kesim tarafından onaylanmıştır. Bu da hem kısa vadede hem de uzun vadede başımızı çok ağrıtacaktır.

İşe bizler için garantör teşkil eden AB yasa ve mevzuatlarını değiştirmekle başlayacaklardır. İşte o zaman ‘o bir oyumuzun’ kıymetini bilmediğimizin farkına varacağız. İnşallah çok geç olmadan titreyip kendimize geliriz de yapılan yanlışları telafi yoluna gideriz. Nasıl mı? Siyasi sorumluluğumuzu yerine getirerek!

Bayramınızı kutlar, her gününüzün bayram tadında geçmesini dilerim.




One thought on “Umursamazlığın ağır faturası

  1. Mehmet

    Seçimden seçime hatırlanan seçmenin seçimi hatırlamaması işin doğası olsa gerek. Bu sorunun aslı değil sadece bir yansıması. Asıl sorun ise katılım. Katılım deyince seçimlere katılım kadar, partilerin karar organlarına, politika ve uygulama aşmalarına katılım oranı da çok önemli. Bu organlarda cinsiyet eşitliği, etnik ve dini çeşitlilik konuşulmazken full sandık beklemek gerçekçi gelmiyor.
    İkincisi ilginçtir Amerika’da Rusya’da veya Avrupa’nın herhangi bir ulkesinde hiçbir Yahudi partisi duymadım. Ama her partide de kendilerine zemin bulur doğrularını her ağızdan söyletirler. Batı Avrupadaki Türkler bunu da iyi düşünmeli bence. Etnik kimliğe dayalı muhtelif parti anlayışı ilgili ülkenin karar alma süreçlerine, politika ve uygulama aşamalarına ne kadar uygundur iyi analiz etmek lazım.

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

error: Content is protected !!
Haber her gün e-postanıza gelsin

Haber her gün e-postanıza gelsin

Yeni haberleri e-postanıza ulaştırmamız için mail adresinizi girmeniz yeterli.

You have Successfully Subscribed!

%d bloggers like this: