Güzel ahlak deyince…

Ahlak kavramı insanoğlunu yaradılıştan beri meşgul etmektedir. Bilim insanları kavramın felsefi boyutunu tartışırken din bilginleri de onun dini çerçevsiyle meşgul oldular. Net bir tanım henüz yapılabilmiş değil. Zira her tanımın eksik kalan bir yönü olmakta. Bu da demek oluyor ki ahlak kavramı insanlığı hep meşgul edecek.
Önce kavramın sözlük anlamına bir bakalım. Türk Dil Kurumu Sözlüğü diğer sözlüklerden de alıntılar yaparak ahlak kavramının farklı tanımlarını vermektedir. İlkinde “Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları, aktöre, sağtöre” olarak tanımladığı kavramın Felsefi Terimler Sözlüğündeki tanımlarına da yer vermektedir. Bu sözlüğe göre ahlak “Belli bir dönemde belli insan topluluklarınca benimsenmiş olan, bireylerin birbirleriyle ilişkilerini düzenleyen törel davranış kurallarının, yasalarının, ilkelerinin toplamı” olarak tanımlanır. Bir başka tanım ise kelimenin köken anlamına vurgu yaparak “Bir insanda bulunan iyi veya kötü huy” olarak yapılan tanımdır.
Bazı bilim adamları ahlakın öğretilebileceğini iddia ederken, bazıları da bunun ancak eğitim, bir başka tabirle terbiyeyle mümkün olduğunu söylemektedirler. Doç. Dr. Haluk Berkmen kelimenin köken anlamından yola çıkarak “bu sözün köken anlamında insanın doğal olarak bu dünyaya iyi veya kötü huyla geldiği görüşü bulunuyor. İnsan bir “tabula rasa” (boş bir sayfa) değildir. Kalıtımsal birçok özellikle doğmakta ve bu özellikleri ömrü boyunca taşımaktadır. Fakat eğitim gören ve kendini kontrol etmeyi başaran insan doğumla gelmiş olan birçok huyunu değiştirmese bile yönetebilir” diyor.
Bu kadar teoriden sonra ahlak kavramının bizim için ne anlama geldiğini irdelemeye çalışalım. Nitekim ahlak kavramının tanımını bilmekle iyi ahlak arasında kesin bir ilişki yoktur. “Hocanın dediğini yap, ancak yaptığını yapma” sözü buna en güzel örnektir. Ahlakın çerçevesi dini, milli ve kültürel referanslara dayanır ve herkesin bunları bildiği varsayılır. Buradan hareketle asıl mesele ahlakın tanımından ziyade içselleştirilmesidir. Bu da ancak eğitimle mümkündür. Tabii ki eğitimden kasıt sadece okullarda verilen eğitim değildir. Hele hele ‘ahlak bilgisi’ dersi hiç değildir. Nitekim ahlak bilgisi ansiklopedik bir bilgi değildir. Ahlak eğitimi toplumun her katmanında karşılığını bulan kodların rol modeller yoluyla aktarımıdır. Rol model de evde ebeveynler, abiler, ablalar, sokakta komşular ve arkadaşlar, okulda öğretmen ve öğrenciler, kulüpte yönetici ve üyeler gibi insanların, özellikle de çocukların etkilenme alanlarındaki figürlerdir. Bunlar eğitimin sacayakları aile, okul ve çevreyi oluştururlar. Bu sacayakları arasında davranış olarak tutarsızlıkların olması doğrudan çocuklara yansır ve onlarda da tutarsızlık ortaya çıkar.
Toplumda, en azından bizim toplumumuzda, ahlakın doğrudan din ve dindarlıkla, dolayısıyla Müslümanlıkla alakalı olduğu algısı hakimdir. Buna göre dindar olmayan ahlaklı da olamaz. Oldukça yanlış bir algıdır bu. Nice ‘dindarlar’ vardır ahlaksızlığın daniskasını yapan. Yine nice dinsizler vardır ahlak abidesi olan. Sadece inanmak ve onun rituellerini yerine getirmek başlı başına güzel ahlaklı olmaya yetmez. Güzel ahlak ahlak her durumda davranışa yansıyandır. Kendi nefsinin esiri olan, kibirli, kendini beğenmiş, kul hakkı yemekten imtina etmeyen, ama bu arada İslamın beş şartını da harfiyen yerine getiren nice Müslüman görünümlü insanlar vardır çevremizde. Demek ki Müslüman olmak yeterli olmuyor güzel ahlak için.
Meselenin çoğunluğu Müslüman olmayan ülkelerde yaşayan biz göçmenler boyutuna bakınca ahlak açısından pek de iyi durumda olmadığımızı göreceğiz. Güzel ahlakımızla örnek olmak yerine nerede hile hurda var onlarla meşgul oluyoruz. Yaptığımız iş hilesiz, yediğimiz lokma haramsız diyemiyoruz maalesef. Burada haramdan kasıt alkol, domuz eti ve jelatinli yiyecekler değildir. Nitekim bunları yiyip de güzel ahlaklı olanlar o kadar çok ki.
Halbuki güzel ahlaklı olmak için hem dini hem milli o kadar çok referansımız var ki, ama biz bunları ya bilmiyoruz ya da işimize geldiği için bilmezden geliyoruz. Bir anekdotla konuyu somutlaştıralım. Birinci neslin Hollanda’daki ilk yıllarında ne bir cami ne de imamlık yapacak birisi vardı. Utrecht’te bir boş mekanda bir mescit oluşturulmuş ve Hollandalı Abdulavahit van Bommel Hoca’dan da cemaate zaman zaman imamlık yapması istenmiş. Hoca vaazlarında cemaatin alışkın olduğu bildik dini bilgiler yerine ha bire, onların günlük hayatlarında gösterdikleri ahlak dışı davranışlardan hareketle, kendilerini yeri dibine geçiren vaazlar veriyormuş. Bu duruma cemaatten bazıları içerlemeye başlamış ve kendi aralarında “Bu Hollandalı kim oluyor ki bize ha bire fırça çekiyor, şunu güzel bir ders vermek lazım ” diye söylenenler olmaya başlamış. Birinci nesil bir büyüğümüzden birebir dinlediğim bu hikayenin faklı teazhür ve versiyonlarını günümüzde de görmekteyiz. Sayet bir hoca cemaatin davranışlarına değinecek olursa hemen homurdanmalar artıyor ve şikayetler peş peşe gitmeye başlıyor. Hocadan beklenen sadece namaz kıldırıp, ilmihal bilgilerini aktarmaktır, gerisi onun işi değildir!
Özetle söylemek gerekirse, güzel ahlak her durum ve şartta başkalarının hakkına saygı duymayı, işini layıkıyla yapmayı, çalıştırdığı insanların hakkını istetmeden vermeyi, dedikodu ve fitne yapmamayı, şefkat ve sevgiyi alışkanlık haline getirmeyi, merhametli olmayı, zulme karşı mazluma sahip çıkmayı, kibirden ve riyadan uzak durmayı ve insan olmayı ve bu hasletlerle yeni nesillere örnek olmayı gerektirir.
Ramazan Bayramınızı kutlar, her gününüzün bayram tadında geçmesini dilerim.




Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

error: Content is protected !!
Haber her gün e-postanıza gelsin

Haber her gün e-postanıza gelsin

Yeni haberleri e-postanıza ulaştırmamız için mail adresinizi girmeniz yeterli.

You have Successfully Subscribed!