Yanılmıyorsam 1993 yılının bir kış günüydü. Zamanın başbakanı Ruud Lubbers CDA Enschede teşkilatının düzenlediği bir toplantının şeref misafiriydi. Bu vesileyle de benim de aralarında bulunduğum CDA üyesi bir grup Türk ve Türk STK’larının oluşturduğu Enschede Türk Platformu yöneticileri kendisiyle sohbet etme imkanı bulmuştuk. O sohbetin en kayda değer özelliği Sayın Lubbers’ın bizleri Hollanda vatandaşı olmaya davet etmesiydi. Hem de TC vatandaşlığımızı bilhassa muhafaza etmemiz gerektiğinin altını kalın çizgilerle çizerek!
Sayın Lubbers’ın bu konudaki çizgisinde bir sapma olmadığından eminim. Zira kendisi bir çok platformda çok kültürlüğün önemine vurgu yapmaya devam etmektedir. Ancak ülkedeki genel yaklaşım Lubbers’ınkinden fersah fersah uzaktır. Gün geçmiyor ki aidiyet, ona bağlı olarak da sadakatle ilgili bir tartışma olmasın. Bu ülkeye ‘uyum sağlamak’tan anlaşılan kendi geçmişinle arandaki köprüleri yakıp tam anlamıyla teslim olmaktır. Anadilini çocuklarınla konuşmak ‘uyum’a engel olduğu düşüncesiyle tasvip edilmediği gibi, düşüp kalktığın insanların kendi kökeninden olup olmadığına bile bakılmaktadır. Kısacası asimile olmanız alenen talep edilmektedir.
Daha önceki bir kaç makalemde de değindiğim gibi kaş yapayım derken göz çıkarılmaktadır. Zira bu yaklaşım iki kültürü birbirine yaklaştırmaktan çok ayrıştırmaya sebep olmaktadır. Sadece bununla da kalmayıp gerek gündelik hayatta gerekse farklı platformlarda ayrımcılığı da körüklemektedir. Buna bir de gerek medyada gerekse siyasilerin söylemlerinde hakim olan çifte standard eklenince ayrışma iyice körüklenmektedir. Hollanda’nın geleceği için çok önemli olan gençler başta olmak üzere Türk toplumun geneli bu durumdan oldukça rahatsızdırlar. Bu rahatsızlıklarını da diğer başka benzer grupların yaptığının aksine, kendi kabuklarına çekilerek göstermektedirler. Ancak bunun hep böyle olacağını kimse garanti edemez. Bazan bir kıvılcım mazallah sosyal patlamalara neden olabilir!
Farklı kültürlerin birlikte yaşamasıyla alakalı gerek Hollanda’da gerekse, dünya çapında sayısız araştırma mevcuttur. Bu araştırmaların ekserisi farklılıkların uyum içinde bir arada yaşamasının karşılıklı saygı ve kabul ile mümkün olduğunu göstermektedir. Toplum mühendisliği projeleriyle gerçekleştirilmek istenen tek tipliliğin hiç bir zaman uzun süreli olmadığı da bir çok araştırmayla sabittir. Farklılıkların ortadan kaldırıldığı görüntüsü veren toplumlarda da esasen baskıdan dolayı zoraki bir tek tiplilik söz konusudur. Yakın tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur. Yıllarca baskıyla bir arada tutulan toplumların ilk fırsatta birbirlerini boğazladıklarına daha dün eski Yugoslavya ve Sovyet Rusya cumhuriyetlerinde gördük. Bir başka örneği de yıllarca inkar politikalarıyla yok saydığımız Kürtler üzerinden oluşturulan çatışma değil mi? Üstelik Türkle Kürdün dilleri dışında aralarında pek de önemli bir farkları olmadığı halde!
Birlikte yaşamanın uyumlu bir şekilde devam etmesine en güzel örneği Osmanlı teşkil eder. Osmanlı tebası olan her unsur yüzyıllarca kendi kimliğini muhafaza etmiş ve çatışmasız bir birliktelik sürdürmüşlerdir. Ne zaman ki farklılıklar birbirlerine tahammül edemez hale gelmiş o zaman çatışmalar başlamıştır. Her ne kadar son yıllarda farklı bir görüntü verse de, bunun modern dünyadaki örneği ise ABD’dir. ABD, aynı Osmanlıda olduğu gibi bir Amerikalı kimliği oluşturmuş ve kimsenin kökeni bu kimliğin oluşmasına engel teşkil etmemiştir. Maalesef ABD’de bu durum günden güne terk edilmektedir. Bugün başkan adayı olma yolunda önemli favorilerden olan birisi Hürriyet Anıtı’nı bile utandıracak laflar telaffuz etmektedir!
Yine Hollanda’ya dönüp şu tespitle devam edelim. Bundan daha 20 yıl öncesine kadar Hollanda çok kültürlülüğün benimsendiği bir ülke idi ve farklılıklar bir tehdit değil bir zenginlik olarak görülmekteydi. O zamanlar yerli toplum içindeki farklı grupların emansipasyonları (eşitlik temelinde toplum hayatına katılım) tamamlanmış sıra göçmenlerin emansipasyonuna gelmişti. Bu durum 90’ların ortalarından itibaren sosyolojik olguların yanlış okunmasından dolayı değişmeye başladı. Frits Bolkestein, Pim Fortuyn ve Paul Scheffer gibi tanınmış siyaset ve bilim adamları toplum mühendisliğine soyunup göçmenleri dizayn etme gayreti içine girdiler. Artık çok kültürlülük bir tehdit olarak görülür olmuş ve göçmenlerin emansipasyonu yerine zorunlu ‘uyum’ telaffuz edilir olmuştur.Gelinen nokta ise herkesin malumudur.
Halbuki ahenk içinde birlikte yaşamanın reçetesi gayet basittir. Her şeyden önce insanların farklıklarına saygı göstereceksiniz ve onları öylece kabul edeceksiniz. Bunu yaparken de yasaları ve evrensel değerleri ölçüt olarak alacaksınız. Her ne kadar herkes kendisini bir gruba ait olarak hissetse de onları bir fert olarak görüp, kendi yaptıklarından sorumlu tutacaksınız. Herhangi bir fert veya grubun hangi saiklerle olursa olsun yaptığı bir eylemin hesabını art niyetiniz olmasa bile, ondan sormayacaksınız. Onların kendi kimliğine sahip çıkmalarını Hollandalılığı red olarak okumayacaksınız. Onlara ve kendilerini ait hissettikleri ülke, toplum, inanç, kültür gibi unsurlara karşı çifte standardı bırakıp adil olacaksınız. İş pazarı, eğitim, kültür gibi alanlarda ayrımcılık yapmadan fertlerin liyakatına göre hareket edeceksiniz. Farklı kültürlerin farklı ihtiyaçları olduğu gerçeğini kabul edip onların gerçekleştirilmesinin önüne geçmeyeceksiniz ve en önemlisi de bir adım da siz atacaksınız! O zaman farklılıklar zenginlik olacaktır!