Türkiye seçimlerinin ardından

Bu yayınların hepsi, özgür seçimlerden yana olduklarını söylerler, kendi ülkelerine gelince dış müdahele olarak anlattıkları şeyleri, kendileri bir propaganda aracı olarak görürler. Kutuplaşmış bir toplum tabii ki var Türkiye’de, ancak kutuplaşma nerede yok ki? Kimse Türkiye’deki seçimlerin özgür olmadığını dile getiremez. Her bir oy, sayımı, taşıması ve nihai sonuçları her aşamada her siyasi paydaş tarafından incelenecektir. Sonuçlar göstermiştir ki Demokrasi Bayramı şeklinde nitelenebilecek bir katılım ve sonuç gözlemlenmiştir.

Aylarca beklenen seçimlerin ardından, Türkiye tekrar önüne bakacağı bir 5 yıla daha girdi. Hollanda’da Türk seçmenler arasında oy kullanma oranı, geçen seçimlere nazaran yüzde 5’lik bir artış göstererek, yüzde 55 bandına yükseldi. Seçimde oy kullanan vatandaşlarımız yüzde 70’i aşkın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a oy verirken, geri kalan yüzde 30’lük bölüm Millet İttifakının adayı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na oylarını verdiler. Alışkın olduğumuz, tahmin edilen bir sonuç olarak karşımıza çıktı bu.

Peki batı medyasında ve özeldeki Hollanda medyasında iki turlu seçim nasıl görüldü? Gelin birlikte bir göz atalım. Öncelikle tabii ki, batı dünyasının tercihi açıkça Kılıçdaroğlu’ndan yanaydı. Bunu hem devletlerin açıklamasında gördük hem de batı medyasının açık ara destek mesajlarında gördük.

Bunlardan bazıları vardı ki, ‘düşmanca saldırıyorlar’ tabirini hak etti doğal olarak. Mesela The Economist dergisi seçimlere 1 hafta kala başladığı özel kampanyada saat başı tweetler ve haberler attı, seçmeni Kılıçdaroğlu’na yönlendirmek için. Kapak fotoğrafına ‘Erdoğan gitmeli’ mesajını koyarak’ seçimlere açık müdahele etmeye çalıştı. “Eğer Erdoğan  kazanırsa ömür boyu cumhurbaşkanı olacağını ve tüm seçimleri kaldıracağını” söylüyordu. The Economist onu bir diktatör olarak tanımladı, sadece bir kez değil, aslında son on yıl içinde tam yedi kez. Le Point dergisi, onu Vladimir Putin’e benzeterek Rusya ve Türkiye’nin genişleyici güçler olduğunu ve Rus İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu’nun yeniden kurulmasına inandığını söyledi. Buna kanıt olarak, Suriye’yi ve Türkiye’nin 1974’te gerçekleşen Kuzey Kıbrıs ‘işgalini’ gösterdiler.

Bu yayınların hepsi, özgür seçimlerden yana  olduklarını söylerler, kendi ülkelerine gelince dış müdahele olarak anlattıkları şeyleri, kendileri bir propaganda aracı olarak görürler. Kutuplaşmış bir toplum tabii ki var Türkiye’de, ancak kutuplaşma nerede yok ki? Kimse Türkiye’deki seçimlerin özgür olmadığını dile getiremez. Her bir oy, sayımı, taşıması ve nihai sonuçları her aşamada her siyasi paydaş tarafından incelenecektir. Sonuçlar göstermiştir ki Demokrasi Bayramı şeklinde nitelenebilecek bir katılım ve sonuç gözlemlenmiştir.

Bunun yanı sıra, özgür seçimler Orta Doğu’da nadir görülen bir vakadır. Böyle bir seçimi olan bir tek Arap devleti aklıma gelmiyor. Tüm seçimler hilelidir ve The Economist, Der Spiegel ve Le Point bunu da bilirler. Peki, bunları bilemelerine rağmen Türkiye’ye neden bu kadar düşmanca davranıyorlar? Sorunun cevabını biliyoruz aslında değil mi?

Suudi Arabistan’ın, Mısır’ın, Afrika’daki bir çok ülkenin, Asya’daki birçok ülkenin, Güney Amerika’daki ülkelerden bazılarının seçimleri, Türkiye’deki seçimler kadar özgür ve adil değildir. Ama bunları bilmelerine rağmen bu ülkelerdeki seçimler hakkında bu yorumları yapmazlar. Buna dair bir tepki nerede? Buna dair birinci sayfa haberler nerede?
Der Spiegel kapaktan yaptığı yorumla ve çizimle aslında düşüncelerini göz önüne seriyor. Kapaktaki çizimde ‘çatlayan bir tahtta oturan hırçın bir Erdoğan’ı resmettiler ve arkasında da İslam’ın sembolü olan ay hilalı vardı, o da çatlıyordu.

Seçimlerin ardından ise The Economist, sosyal medya kapağını değiştirdi, Kılıçdaroğlu güzellemeleri birden kesildi. Hiç bir şey olmamış gibi hayatlarına devam etmeyi seçti. Hollanda ve Belçika’da ise ‘ev zencileri’ olarak nitelendirebileceğimiz medyadaki ‘Türk’ isimler Erdoğan’a oy verenleri hedef göstererek, ‘bunlarla sorunumuz var, göndermeliyiz’ tarzı söylemler yazmaya başladılar.

Yani anlayacağınız sevgili okurlarım, hiç bir şey değişmedi aslında. Eski futbolcu Gary Linneker’in bir sözü vardır, espritüel bir analoji şeklinde düşünelim:  “Futbol basit bir oyundur; 22 kişinin 90 dakika topu kovaladığı sonunda her zaman Almanların kazandığı bir oyundur. Şimdi buradaki futbol kavramını Türkiye’deki seçimlerle, Almanlar kavramını ise Erdoğan’la değiştirin.  Bundan sonra da böyle devam etsin, kim kazanırsa kazansın, milletimiz kazansın!

 

 




Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

error: Content is protected !!
Haber her gün e-postanıza gelsin

Haber her gün e-postanıza gelsin

Yeni haberleri e-postanıza ulaştırmamız için mail adresinizi girmeniz yeterli.

You have Successfully Subscribed!