Türklerin tarih boyu Panayır ve Fuarcılığı

Bir zamanlar toplu kahveler, fırınlar, kasaplar, tekstil atölyeler, marketler, düğün salonlar vs) açıldı, rüzgârın etkisi hafifleyince birer ikişer kapandılar. Fuarlar, festivaller, ve kermesler de ayni rüzgârın etkisinde (son yıllarda pandeminin verdiği can sıkıcı önlemlerinden) iyi esmektedir ve düşünmeden, planlamadan ben de yaparım mantığıyla maalesef bu alanlarda da aynı davranışları sergiliyoruz.

Türkler en eski devirlerde bile Panayır ve Fuarcılığın temeli olan ticari faaliyetleri yaptıklarını bilmekteyiz. Hunlar ve Göktürkler zamanında doğuda Türk-Çin sınırında, batıda Sırderya boylarında belirli tarihlerde büyük pazarların kurulmaktaydı. O dönemlerde Türkler başta at olmak üzere canlı hayvan, kurutulmuş, et, deri, kösele, kürk, sütten yapılan gıdalar satıp, karşılığında hububat ve giyim eşyası almaktaydılar. Asya Hunları, Göktürkler ve Uygurlar, Çin ile Batı Hunları da Bizanslılar ile ticaret antlaşmaları yapmak suretiyle Çin’den pirinç, ipek, ipekli kumaş, hububat; Bizans’tan ise diğer ihtiyaç maddelerini temin etmekteydiler.

Selçuklular döneminde de  Selçuklu büyük panayır (pazar) yerleri yaparak milletlerarası ticaretin merkezi konumuna gelmiştir. Selçuklular  kurduğu en meşhur pazar “Yabanlu Pazarıdır”. Yabanlu diğer anlamıyla yabandan gelenlerin yani yabancı ülkelere kişilerin pazarı anlamına gelen bu büyük çaplı uluslararası pazar Kayseri’nin bugünkü Pazarören kasabası olarak adı değiştirilen yerde her yıl Mayıs ve Haziran ayları arasında kurularak kırk gün sürdüğü belirtilmektedir.

Osmanlı dönemine geldiğimizde fuar faaliyetleri Klasik dönemde, daha çok ticarete bağlı olarak kurulan panayırlar, Tanzimat’tan sonra kalkınmanın öncüsü olarak sanayi fuarları sergiler bulunmaktaydı.

Cumhuriyet döneminde Fuarcılık yeni ve farklı bir ivme kazanan Türk fuarcılığının, sembol fuarı İzmir enternasyonal fuarı olmuştur. Tabii ki İstanbul’daki fuarlar CNREXPO, TÜYAP  gibi fuarlar unutulmamalıdır.

Tarih deyince eski fuarlar panayırlar aklıma geldi, eskiden Temmuz ayı gelince her yıl müptelası olduğum Kayseri’de Anadolu Fuarı’na giderdim. Kimi zaman kaçak kimi zaman bir şekilde para ayarlayıp giderdim. Kayseri fuarı ben doğmadan iki sene önce 1967 kapılarını ziyaretçilerine açmış. Fuar bana göre fuar değil tam bir panayırdı. İnsanların eğlendiği, sıcağın doruğa çıktığı o ayda serinlediği ve ufak tefek alışveriş yaptığı koskocaman bir panayırdı.

Hiç unutamam arkadaşım Hacı Bayramla kaçak Ferdi Tayfur’u dinlediğimizi. Paramız yetmediği için kendi ay çekirdeğimiz evden alıp düven önünde satmıştım. Türkiye’ye tatile gittiğimizde her yıl düzineli olarak uğruyordum. 1994’te Kayseri Anadolu Fuarı 1994 bir kültür park haline getirildi  ve halka yıl boyunca hizmet veren bir mekana dönüştü dönüşmesine amma eski izdiham kalmadı. Şimdi semasında mandalcıların dumanları, yollarında ayçiçek çekirdeklerinin kabukları olan sönük bir park haline gelmiş.

O günleri özlemekle bu günlere haksızlık ettiğimi düşünüyorum, Avrupa’da insanımızın çoğalmasıyla kendi gıda ürünlerimizi, kendi dükkân/mağaza, STK’larımız  ve kendi kültürümüzün parçası olan eğlencelerimiz (düğünler, fuar, festivaller, ve kermesler) organize etmeye başladık. Her yaptığımız iş gibi faaliyetlerimizde tam bir Türk işi tabiri gibi yapıyoruz. Ne plana ne programa uymadan bize has yapmaktayız. Ya da biri bir sebepten başarılı bir iş yaptıysa sürü mantığımı başka bir şey mi bilemiyorum hepimiz o işi yapıyoruz…

Bir zamanlar toplu kahveler, fırınlar, kasaplar, tekstil atölyeler, marketler, düğün salonlar vs) açıldı, rüzgârın etkisi hafifleyince birer ikişer kapandılar. Fuarlar, festivaller, ve kermesler de ayni rüzgârın etkisinde (son yıllarda pandeminin verdiği can sıkıcı önlemlerinden) iyi esmektedir ve düşünmeden, planlamadan ben de yaparım mantığıyla maalesef bu alanlarda da aynı davranışları sergiliyoruz.

Geçenlerde değerli bir gazeteci dostumla konuşuyorduk; geçtiğimiz hafta içinde tamı tamına değişik şehirlerde 20’ye yakın fuar, festival ve kermesler organize edilmiş, bazıları aynı günlerdeymiş.

Yıllardır bu Avrupa’da yaşayıp onların eğitimlerinden faydalanıp, kültüründen bir şeyler alıp onca güzel örnekler ortadayken, hala tersine farklı davranmamız beni şaşırtıyor. Planı projeyi pek önemsememizi, arka sıralarda tutmamızı anlamakta zorlanıyorum.

Sanırım ne tam buralı ne de tam geldiğimiz yerli olduğumuzdan kaynaklı. Yani Araf’ta bir yerlerdeyiz. Araf’ta kalmışın sözlük anlamı malumunuz; arada kalmaktır.

İnsanoğlu bir yerde uzun yıllar bizim gibi yaşasa bile, orayı kendini ait hissetmiyorsa ve orayı benimsemiyorsa geldiği yerle yasadığı yer arasında kalmıştır.  Yani Araf’ta kalmıştır.

Geldiği yerden (Türkiye’den) kopamayan insanımız ne yaşadığı yere tam uyum sağlamıştır ne de geldiği yerden tam feragat etmiştir. Bu sebeplerden dolayı her davranışımız (gülüşümüz, üzülmemiz, çalışmamız, eğlenmemiz) bize hastır.

Geçtiğimiz sene bu aylarda pandemi kurallarının gevşemesi sonrası organize edilen festivaller, fuarla, kermeslere insanımız akın akın katılarak bize has tabii ki eğlendiler.  Eskiye, vatana vatandaki panayırlara yiyeceklere özlemlerini giderdiler. Kimi lezzetli bir adana yemek için gitti, kimi meşhur bir sanatçıyı görmek için, kimde evde sıkıldı için, kimi de aradığı bir urunu bulmak için, kimi de üyesi olduğu derneğe camilere, kuruma katkı olsun diye.

Bu faaliyetlerin hepsi güzel lakin planlı projeli ve üst üste ayni zamanda olmaz ise hem katılımlar daha yüksek olur hem de organizelerin kalıcılığı kurumsallığı sağlanır.

Şimdilik yazımın sonuna geldim. Tabii ki işini iyi yapan kurum yada organizasyonları tenzih eder, hepsinin daha iyi daha güzel faaliyetler yapmasını gönülden isterim.

Saygıyla, sağlıklı, esenlikle kalın.




Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

error: Content is protected !!
Haber her gün e-postanıza gelsin

Haber her gün e-postanıza gelsin

Yeni haberleri e-postanıza ulaştırmamız için mail adresinizi girmeniz yeterli.

You have Successfully Subscribed!