Türkiye’de siyaset

Türkiye’de siyaset bir hayat memat meselesidir. Her siyasi grup diğerlerini hem kendisi hem de ülke için çok tehlikeli görür. Haliyle de ‘tehlikeye’ karşı da doğal olarak tavır alınır. Hem de ne tavır! Kavgada yumruk sayılmaz hesabı vur Allah vur! Sanki yeni bir kurtuluş savaşı söz konusu ve bu savaştan her ne pahasına olursa olsun mutlaka galip olarak çıkılmalı. Bu arada olan, filler tepişirken ezilen çimenler olur misali, ülkeye ve ülke insanına oluyor.

Ancak, çimenlerin de buna bir dur demesi gerekir. Bunun nasıl olacağı demokrasi kavramında gizli. Onu özümseyip içselleştiren toplumlar, filleri tepinmek için toprak zemine çekerler ki, hem filler enerjilerini atsınlar, hem de çimenler zarar görmesin. Toprak zemin meşru siyaset için bir platform demektir. Orada olup biteni takip eden çimenler (siz bunu halk okuyun) fillerin (bunu da siyasetçiler olarak okuyun) zemin içinde kalmalarını sağlarlar. Kısacası oyunun kuralına göre oynanması sağlanır.

Oyunun kurallarından bahsetmişken onların neler olduğuna da bir göz atalım, ama önce şu demokrasi kavramının ne anlama geldiğini bir hatırlatalım. Demokrasi eski Yunanca halk anlamına gelen demos ve yönetmek anlamına gelen kratein sözcüklerinin birleşmesiyle oluşmuştur ve “halkın yönetimi” anlamına gelmektedir. Aslında halkın yönetiminden ziyade halkın seçtiği yöneticilerin yönetimidir de diyebiliriz. Zira halkın doğrudan yönetimi, istisnalar dışında(referandumlar) uygulama açısından pek mümkün değildir. Bunun için de halk kendisini temsil edecek yönetici ve vekilleri seçer. Artık yasama ve yürütme bu seçilmişler tarafından yürütülür.

Demokrasilerin en temel ögelerinden olan siyasi partiler halkın oyuna talip olmak için, programları yoluyla ülkeyi nasıl yöneteceklerine dair vaatlerde bulunurlar. Yasalar çerçevesinde kurulmuş her siyasi parti meşrudur ve sadece programı ve icraatları üzerinden eleştirilmelidirler. Ancak bu bizim ülkemizde maalesef böyle olmuyor. Hemen hemen her siyasi grup bir diğerini somut olmayan suçlamalarla halkın gözünden düşürmeye çalışır. ‘Ötekiler’ ülke yönetimine talip olan rakipler değil, hainler tayfası olarak lanse edilir. Ee, ortada ‘hain’ varsa ona karşı ‘kahramanlar’ ve onların tetikçi ve trolleri de olacaktır. Bunları günümüzde, başta sosyal medya olmak üzere her platformda bolca görmekteyiz.

Demokrasilerin en temel özelliklerinden birisi de adil seçimlerdir. Yasalara uygun kurulmuş her siyasi partinin propaganda yapma özgürlüğü temin edilmelidir. Kamu radyo ve televizyonları tarafsız olmak zorundadırlar ve her partiye, çerçevesi yasalarla belirlenmiş seçim propaganda imkanı sunmalıdırlar. İktidar partilerinin siyasi konuşmalarını sadece o partilere sunulan zaman dahilinde vermelidirler. Bunlar gerçek demokrasilerde kendiliğinden oluyor. Ancak bizim ülkemizde maalesef bu da olmuyor. İktidar parti(leri) kamu yayın kuruluşlarını sanki kendi yayın kuruluşları gibi sınırsız kullanırlar. Bu da yetmezmiş gibi, seçim süreci boyunca devlet imkanlarını kendi siyasi çalışmaları için seferber ederler. Daha da kötüsü kamu personelini zorla seçim meydanlarına bile götürürler.
Türkiye 2018 yılında yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle, iki farklı kulvarda seçimleri yaşamaktadır. Bir yandan hükümetin (yürütmenin) başı cumhurbaşkanlığı seçimi, diğer yandan da TBMM üyelikleri için seçimler yapılmaktadır. Bu sistemde Meclisin yürütmeye etkisi sınırlanmış ve cumhurbaşkanına geniş yetkiler verilmiştir. Bu da daha ilk denemede çok ciddi sıkıntılar doğurmuştur. Benim kanaatime ve gözlemlerime göre de bu sistemle bir paralel devlet ortaya çıkmıştır. Bu paralel devletin bürokratları kendilerini sadece cumhurbaşkana bağlı hissetmektedirler ve her türlü denetim mekanizmasından uzaktırlar. Bir diğer sıkıntı da cumhurbaşkanının sadece kendi mensuplarının cumhurbaşkanı gibi hareket etmesidir. Toplumun genelini kucaklayan, herkese eşit mesafede olan bir cumhurbaşkanı maalesef söz konusu değildir. Öyle olmadığı gibi 7/24 siyasi propaganda ile meşgul olan ve bunu yaparken de rakiplerine karşı hoşgörüsüz, hakaretamiz ve tehditkar bir cumhurbaşkanına şahit olmaktayız.

Gerçek demokrasilerde partizanlık ve nepotizm olmaz. Olduğu zaman sorumlular gereken cevabı alır ve yaptırımları çok ağırdır. Ancak bizde bunlar ‘iyi siyasetçi’ vasıflarıdır. Liyakate bakılmaksızın eşe dosta menfaat sağlamak, akrabaları kayırmak demokrasilerde yüz kızartabilir, ama bizde böbürlenme sebebidir. Bundan kimsenin utanması beklenmez. Hatta nepotizm (akraba kayırma) öyle bir boyut almıştır ki, sanki ülkede adam yok da bir kaç aile her işi üstlenmişler. Babasının, annesinin, kocasının veya karısının makamından nemalananlar da cabası.

Evet, bizim demokrasimiz henüz olgunlaşmadı. Olgunlaşmadığı için, denge ve denetleme mekanizmaları olmadığı veya işlemediği için bir çok istismar olmaktadır. Bunu yaparken de kimi dini, kimi devleti, kimi milleti, kimi de topluma mal olmuş değerleri kullanmaktan çekinmezler. Bunlara önümüzdeki haftalarda sıkça şahit olacağız.
Bu vesileyle Ramazan Bayramınızı kutlar, her gününüzün bayram tadında geçmesini dilerim. Hayatınıza siyasetin yön vermesine izin vermemeniz dileğiyle,

Ahmet Suat Arı




Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

error: Content is protected !!
Haber her gün e-postanıza gelsin

Haber her gün e-postanıza gelsin

Yeni haberleri e-postanıza ulaştırmamız için mail adresinizi girmeniz yeterli.

You have Successfully Subscribed!