“Bugün Hollanda’daki Türklerin entegrasyonu, daha doğrusu eğitimdeki başarısı, ödüllendirilecek bir şey”

Koç Vleeswaren şirketinde uzun süredir şirketin bütün işlerine koşturan ve kendisini Office Manager şeklinde niteleyebileceğimiz, bir çok alanda deneyimli Emin Erdurcan ile yaptığımız röportajı beğeniyle okuyacağınızı ümit ediyoruz.

Biraz geçmişe, biraz bugüne, biraz da geleceğe bakalım. Şimdi burada 44 yıllık bir marka var. Bugün Koç ismine baktığımızda, hem güvenilir hem helal olması bakımından yeni bir boyut kazandırmakta olduğunu görüyoruz. Helal olması konusundaki geçmişinden biraz bahsedebilir misiniz?

Ben sadece 1980’den sonrasını biliyorum. Çünkü 1979’un son günlerinde Hollanda’ya geldim. O zamanlarda Lahey’de tek eli yüzü düzgün, Türk gıda maddelerinin de satıldığı kasap dükkanı, Fatih Bey’in dükkanıydı. Diğerlerine göre fiyatı biraz daha pahalıydı. Ama düzenliydi ve güzeldi. Ben o günlerde tanıdım. 1983’ten itibaren de Hikmet Gürcüoğlu’nu tanıdım. Ben Teknik Üniversite’deydim. Orada tanıştık. Üniversitede okuyan 23 Türk öğrenci vardı. Türkiye’de çalışmış maden mühendisi Hollandalılar vardı. Bir kulüp oluşmuştu.  Fatih Bey de o zamanda kasabın ön tarafında Türk gıda ürünleri ve et ürünleri satıyordu, arka tarafta da sucuk yapıyordu. Oradan ‘Kasap Sucuk’ denilerek, yavaş yavaş büyüyerek Avrupa’da en büyüklerden biri haline geldi.

Orada bir kasap dükkanı ile işe başlandı. Daha sonrasında prodüksiyona geçme aşaması nasıl oldu?

Bu zaten ailede olan bir şeydi. Yani baba dede mesleği. Ailece bu işi daha önceden yaptıkları için, pastırma yapmak gibi işleri iyi biliyordu ve işin içindeydiler. Yıllarca bütün aile gece gündüz bu işin içinde çalıştı. O zamanlarda Türk kökenli her türlü girişime katkıda bulunmak istiyorduk. Çünkü o yıllarda en çok konuşulan konulardan bir tanesi entegrasyon meselesiydi. Üniversitede okuyan arkadaşların o zaman gördüğü şey şuydu: Temizlik, bahçe işleriyle entegrasyon olmaz. Küçümsediğim için değil, tabii ki onlar da yapılır. Ama entegre olmak için ekonomik ve toplumsal trafiğin her bölümünde olmamız gerekir. O yüzden de en iyi entegrasyon metodu, ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde durabilecek bir nesil yetiştirmekti. Bu bağlamda da bütün arkadaşlar, endüstriyel girişimler içerisinde oluşan küçük sermayelerin, büyük işletmelere dönüşmeleri için yardımcı olmak istiyordu. Koç, arkadaşımızın ortağı olduğu ve bizim destek olmak istediğimiz yerlerden biriydi. Dolayısıyla işin içerisinde olmasak bile duyuyorduk.

 27 yıllık bir Hollanda geçmişiniz olmasına rağmen 2010’lu yıllarda Koç Vleeswaren şirketine girdiniz. Daha öncesinde neler yapıyordunuz?

– 13 yıllık bir ortaöğretim geçmişim var. Matematik ve ekonomi alanında öğretmen açığı vardı. Özellikle MBO düzeyinde. Üniversitede okurken çeşitli kurum ve kuruluşlarla da bağımız vardı. Bir gün Jan Overmeer isimli bir inspektör vardı. O bana “öğretmen açığı var başlaşana!” dedi ve benim çalışabileceğimi söyledi. Ben 6 ya da 8 saatliğine denemek için matematik öğretmeni olarak başladım. O ayın sonunda, normalde öğretmenler 28 saat derse giriyordu, benin 32 saat ders saatim vardı. Yani öğretmen açığı vardı ve ben öylece eğitime dahil oldum. Daha sonrasında eşim de öğretmendi, o da buraya geldi, ilkokul öğretmenliğine başladı. Çocuklarımız doğdular. Bu olayların üzerinde biz de orada devam ettik ve bu şekilde ortaöğretimde 13 yıl geçirdik. Öğretmenler dernek başkanlığı yaptım. Ortaöğretimde Türkçe’nin yerleşmesi, öğretim planının hazırlanması gibi uygulamalar yaptım. Den Haag Belediyesi’nde kadroluydum. Çünkü meslek eğitimi için bölge danışmalığı yaptım, planlamada görevler aldım. İlerde Hollanda’nın toplumsal yapısı nasıl olacak, hangi meslekler nasıl planlanmalı gibi konularla uğraştım. O dönemde inşaat bölümünün kaldırılması gibi durumlar vardı. Birçok bölüm devre dışı bırakıldı. Mesela duvar ustalığı vardı, kaldırıldı. O zaman da boş durmadık. Öğrenci takip sistemi  denilen olayda ilk görev alanlardan biri bendim. Çünkü etnik yapı ile öğrenci arasında başarı davasını sürekli birbiriyle kıyaslayan bir eğitim sistemi vardı. Bu da eğitimcilerde, daha çok öğretmenlerde, etnik yapısına göre seviye belirlemeye yol açabiliyordu. Etnik öğrencilerde beklenti düşüklüğü vardı. Onları da engellemek için bazı şeyler yaptık. Hatta benim diploma projem (achterstand achterstelling en oplossingen) geri kalmışlık, geri bırakılmışlık ve çözümleri konusundaydı. O dönemde tabii sadece kendimizi değil, Hollanda’yı da inceledim. Mesela Twente ve Limburg bölgesinde madenci, çiftçi çocuklarının ne durumda olduğunu araştırdım. Limburg’da bir sınıfın içerisinde onları ayrı sırada oturttuklarını bile gördüm. Twente Bölgesinde özellikle tekstil işçilerinin çocuklarının aynı anlamsız muameleye tabi tutulduğunu gördüm. Dolayısıyla bunun, etnik yapıdan ziyade, eğitimdeki oturmuş bir kafa yapısıyla ilgili olduğunu anladım.

 Peki bu ortaya koyduğunuz araştırmalardan bir sonuç getirebildiniz mi?

Tabii ki. Ben bu saçma uygulamaları dile getirip protesto ettikçe, benim görev yerim değiştirildi. Daha büyük alanlarla meşgul olup onları rahat bırakmam için. Çünkü belediyenin toplantılarında, eğitim komisyonu toplantılarında bu eksiklikleri gündeme getiriyordum. Bijzonder Onderwijs’in 17 tane okulu vardı Den Haag’da ve yarış atı yetiştirmeye uygun okullardı. Ben endüstri mühendisiyim temelde. Benim öğretmenliğim biraz sonradan gelişen bir durum oldu. Ailemde eğitimciler var, o yüzden bağlantım vardı. Ortaöğretimden bir örnek vereyim. Bir gün bir okulun motorvoertuig bölümü vardı. Oraya gittim. Öğrencilerin %90’i Türk ve Faslı. İsmini de unutmuyorum, Connie simli bir bölüm başkanı vardı. ‘Nasıl oluyor da bu okulun %70’inin yabancı olmamasına rağmen, bu bölümde %70’i Türk oluyor?’ diye sordum. ‘Elimizden geleni yapıyoruz ama olmuyor.’ dedi. ‘Niye olmuyor?’ dedim, ‘Bilmiyorum’ dedi. Liste istedim, öğrencilerin aileleriyle konuşmak istediğimi söyledim. Birkaç kişiyi ziyaret ettim. Gördüm ki, Türkiye’ye giderken arabayla gittikleri için, bu işten anlayan birisi olsun diye çocuklarını motor bölümüne (LTS) gönderiyorlarmış. Daha sonra bölüm başkanına gelip durumu anlattım. Bu velileri topladık. Bu dünyada bir sonraki neslin çalışacağı alanlar olduğunu, burada çocuklara o kadar iş alanının olmadığını, diğer bölümlere dağılmaları gerektiğini anlattım. Sıkıntılarını dinleyip, bölümle anlaştım. Onlara “pech onderweg” diye bir kurs organize edeceğimi ve tercümanlığını da benim yapacağımı söyledim. Öyle bir kurs organize ettik. Ben istatistikleri ve verileri toplayabiliyordum. O günlerde derlemiş olduğum bir kitap var. Şimdi o günlerle bu günleri kıyasladığım zaman, “bir toplum 30 senede bu kadar mı ilerler!” diyorum. Bugün Hollanda’daki Türklerin entegrasyonu, daha doğrusu eğitimdeki başarısı, ödüllendirilecek bir şey. Küçümsenecek bir şey değil. 80’li yıllarda bunu hayal etmemiz bile mümkün değildi.

Enteresan bir şey söylediniz. ‘O zamanlar  gençlerin bu kadar hızlı, bu seviyeye gelebileceğini hiç tahmin edemezdik.’ dediniz.

Hayal bile edemezdik. Şunu ben biliyorum. Çoban da olsa benim insanım, çocuğu okusun istiyor. Bütün Türkiye’den de biliyorum bunu. Ben de 35 hanelik bir köyden geliyorum. Eğer o köyler bizi doyursaydı, zaten biz oradan taşınmazdık. O günkü zor şartlarla amacına, burada etnik grupların içerisinde, belki de sessiz sedasız ulaşan yegane grup Türklerdir. Hangi kategoride bakarsan bak.

 Peki bu kadar işin içinde Koç tarafındaki hayatınız nasıl başladı?

Gelelim Koç’a. Bir gün geldim, 2 kardeş beni sınava tabii tutacaklardı. Ben, geldiğim yerlerde değişiklik yapmadan duramayacağımı, hep büyüyen işler yaptığımı ve burada da büyümeye niyetleri varsa geleceğimi söyledim. Ne yapacağımızı sordular. İlk 3 ay gelip gözlemleyeceğim, daha sonrasında ne yapacağımızı oturup konuşacağız, dedim. O şekilde başladık. Üretim kısmında duruyordum, sistemi tanımaya çalışıyordum. Üretim kısmı bitti, fermente kısmı, paket kısmı, mal kabul kısmı, sevkiyat kısmı, muhasebe kısmi şeklinde incelemelerimi yaptım. Bugüne kadar böyle gelmiş olması, böyle devam edeceği anlamına gelmemeli. Bazı noktaları düzeltmemiz lazımdı. Mal kabul, muhasebe ve finansı bana bırakmalarını söyledim. Bir çok şeyi birlikte değiştirme fırsatını yaşadık. Burası düzeldi, mal kabulde, girişte, çıkışta %100 kontrol sağladık. Artık tamam dedim. O sene yılbaşında bana finans işlerini bana yönlendirdiler. “Seneye 2 milyon daha fazla ciro yapacağız” dedim. “Ondan sonraki sene de 2 milyon daha koyacağız. Her sene ikişer milyon artarak devam edeceğiz” dedim. Baktılar ki, 2011 yılında oldu o iş. 2011 yılının sonunda, 2 milyon daha koyuyorum bunun üstüne, dedim. Bu şekilde büyüyerek, bugünlere geldik. Bir de aile şirketlerinde, küçükten büyütülen şirketlerin, ana sorunlarından bir tanesi büyüme aşamasında yaşadıkları travmalar ve bunun getirdiği tutuculuk. Yap bozdan korkarlar. Dışardan gelen bir adamın ne bir ön fikri olur, ne de bir korkusu. Yani o pazara daha realist bakar. Bir de yıllardan beri müşterilerle devam eden ilişkiler var. Para tahsilatı konusunda çok kızan müşteriler oldu. “Ödemeyi zamanında yapın, eksik ya da yanlış yapılmış bir şey olursa gelin beni dövün” diyordum. O zaman kızan müşteriler, sonrasında bizim en güzel müşterilerimiz oldu.

 2010’dan bugüne geldiğimizde kapasite olarak %300 bir büyüme var dediniz. Ama mesela biliyoruz ki, %92’sı yurt dışına gidiyor. %8’lik bir bölümü Hollanda’da kalıyor. Bu sizin öngördüğünüz bir şey miydi?

Hayır. Ben başladığımda da oran buydu. Belki küçük yüzde değerlerinde bir değişim oldu, ama başında da bunlar belliydi. Sistem kurulmuştu, işleyen bir sistem vardı. O işleyen sistemin iyileştirilmesi ve bir üst seviyeye taşınma işinde benim katkım olmuştur. Ben sadece bir endüstri mühendisinin, bir işletmecinin yapması gereken şeyleri yaptım.

 Peki şimdi sistemi oluşturdunuz, yürütüyorsunuz. Yerinize eleman da hazır. Yarın için ne öngörüyorsunuz? Maksimum olarak bundan kaç yıl sonra, nasıl bir Koç hayal ediyorsunuz?

İki türlü bakmak lazım. Eğer bir hukuki yapı olarak bakarsak, gelecekte Koç’un önü açık. Hiçbir engeli yok. Koç’un, ne kadar büyümek istiyorsa, o kadar büyüyecek imkanı var. Ancak tabii Koç bir aile şirketi. Hollanda’da da baktığımız zaman, aile şirketlerinin kendisine has birtakım güzellikleri, birtakım da zorlukları var. Buralara geldiyse, bu kadar büyüdüyse, kesinlikle yine o ailenin dayanışması sayesinde gelmiştir. Çünkü aile üyelerinin bu işin içinde ne kadar fedakarca çalıştığını biliyorum. Ama tabii ailenin de içinde getirdiği birtakım yönetim zorlukları vardır. Hollanda’da baktığın zaman, aile şirketlerinde 100 yılı devirenlerin oranı, %3.5’u geçmiyor. Her şirketten yalnızca 3’ü belki 100 sene sonra varlığını devam ettirebiliyor. Tabii bizim buradaki davamız sadece bu aile şirketinin devam etmesi ile sınırlı değil. Bizim iddiamız, en iyi entegrasyon, ekonomik olarak ayakları üzerinde duran adamlar, hanımlar, gençler yetiştirmekti. Endüstrileşmede de yol katetmemiz lazım.

Öncelikle tabii ki Gürcüoğlu ailesine teşekkür etmek isterim. Hiçbir zaman ailenin önüne çıkmak olmaz. Padişah varken sadrazamın sultanlık satması cahilliktir. Herkesin Messi olmasına gerek yok. Ama Messi’nin de o işi yapabilmesi için diğerleri lazım. Aile içerisinde, o ailenin öne getirdiği insanlar var. Bizim dışa bakan yüzümüz başkan (Hikmet bey) oldu, içe bakan yüzümüz Fatih Bey, kaleci de her zaman bendim. Penaltı atılacağı zaman benim önemim ortaya çıkardı. Ben bu kalecilikten de, orta sahaya gidip gelmekten de gocunmam. İşletmeciyim sonuçta. Ancak büyüdüğün zaman her şeyi kontrol edemezsin. Ama kontrol edecek insanlarla birlikte çalışırsın. Bundan sonra ne olacağına yerimize geçecek olanlar karar verecek. Benim en çok korkacağım gün, sabah kalktığım zaman o gün ne yapacağımı bilmediğim gündür. Tabii ki birçok projem var. Biz aslında görevlerini yavaş yavaş tamamlayan insanlarız. Bundan sonra ancak destek oluruz, öncü oluruz. Tecrübelerimizi milletle paylaşırız. Yeni bir proje olursa, onun içinde de olmak isterim.

RÖPORTAJ: MEHMET FATİH KARAMAN
METİN DÜZENLEME: ERVA NUR YALÇIN




Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

error: Content is protected !!
Haber her gün e-postanıza gelsin

Haber her gün e-postanıza gelsin

Yeni haberleri e-postanıza ulaştırmamız için mail adresinizi girmeniz yeterli.

You have Successfully Subscribed!