Gergin seçim süreci

Geçen sayıdaki yazımda Türkiye’de siyasetin bir hayat memat meselesi olduğunu yazmıştım. Aslında bundan da vahim bir durum söz konusu. Toplum gerildikçe geriliyor. Bu gerilmenin sonu pek hayırlı olmaz. Şu seçim işi bir bitse de normale dönsek diye umit ediyoruz. Tabii bir normal kalmışsa!

Halbuki vatandaş bu gerginliği istemiyor. İstemiyor, ancak farkında olmadan gerginliğin tırmanmasına yardımcı oluyor. Zira koca koca adamlar/kadınlar gerek seçim meydanlarında gerekse medyada birbirlerine demediklerini bırakmıyorlar. Ee onlar öyle konuşuyorlarsa vardır bir bildikleri. Vatandaş da onları taklit ediyor. Halbuki yarın yine yüz yüze bakacaklar! Siyasetçiler de dün küfrettiklerine yarın dostum diyecekler.

Seçimin ilk turunda müşahit olarak bulunduğum sandıkta geçen bir konuşma toplumu kendine getirmeye yeter, ama kimse bunun bilincinde değil. Konuşmada iki ‘hasım’ parti görevlisinden birisi, aynı zamanda akrabası da olan, diğerine, yöre ağzıyla şöyle seslendi: “T. Aba, bu kavga neden? Yarın benim başıma bir şey gelse, sen yardıma gelmecen mi? Ben bayramlarda senin elini öpmeye gelmecem mi? Düğünümüzü beraber yapıp, cenazemizi beraber kaldırmeycek miyiz? Siyaset için birbirimizi kırmaya değer mi?”

Evet, sizce değer mi? Bence değmez. Bakın daha dün, birinci tur öncesi seçim meydanlarında siyasetçiler neler dedi neler? Hainlik mi kaldı, teröristlik mi? Kavgada yumruk sayılmaz misali her türlü hakaret yapıldı. Sonra ne oldu? Seçim iki adayla ikinci tura kaldı. İlk turda elenenlerin oyları kıymete bindi. Haliyle onların oylarına talip olan siyasetçiler birden dil değiştirip destek arayışına çıktılar. Bazıları adaylardan birine destek vaadinde bulunurken, bazıları da pazarlıkla meşgul oldular. Halbuki dah dün neler dememişlerdi birbirleri hakkında! Tükürdüğünü yalamak Türk siyasetinde sanki genel geçer bir davranış oldu.

Halbuki demokrasilerin en temel ögelerinden olan siyasi partiler halkın oyuna talip olmak için, programları yoluyla ülkeyi nasıl yöneteceklerine dair vaatlerde bulunurlar. Yasalar çerçevesinde kurulmuş her siyasi parti meşrudur ve sadece programı ve icraatları üzerinden değerlendirilip, eleştirilmelidirler. Programları değil de rakiplerin şahsını hedef almak, demokrasilerde dürüst bir davranış olarak kabul edilmez. Bunun adı bel altı vurmaktır ve bu da ahlaki değildir. Hele hele manipülasyonlarla elde edilen, kurgulanmış görselleri vatandaşa gerçekmiş gibi sunmak hem ahlaksızlıktır hem de suç!

Maalesef adil olmaktan fersah fersah uzak bir seçim süreci yaşamaktayız. Yasalara göre kurulmuş, yasaların belirlediği şartları yerine getiren partiler birbirleriyle ilke ve programları üzerinden değil, doğrudan varsayım ve algılar üzerinden kavga halindeler. Diyalog ve tartışma ortamı hiç yok. Tam aksine herkes kendi siperinden kendi mahallesine rakiplerin ‘hain’liğinden bahsetmekte. Siyasetin en kavgalı olduğu zamanlarda bile liderler oturup birbirleriyle konuşup tartışırlardı. Şimdi ise hiç bitmeyen bir monolog gördüğümüz maalesef.

Evet, 2000’ler öncesi liderlerin televizyon tartışmalarını arar olduk dersem mübalağa etmiş olmam sanırım. Artık öyle bir şey yok. Artık lider “gazetecileri” esas duruşa dizer, ellerine tutuşturduğu soruları sordurur, sözünün kesilmesini istemez ve sözünü kesenin gazetecilik hayatını bitirir. Hem de aynı anda bütün yandaş kanallarda aynı görüntüyü gösterterek ‘lider ağırlığı’nı hissettirir! Aykırı soru diye de bir şey yoktur, olsa olsa maksatlı ve haince soru vardır, ona da müsaade edilmez tabii ki!

Siz bu yazıyı okurken, muhtemelen seçimler bitmiş olacak. İki adaydan birisi ipi gögüsleyip beş yıl ülke yönetiminde tek söz sahibi olacak. ‘Tek’ diyorum, çünkü Türk tipi başkanlık sistemi beğensek de beğenmesek de böyle. İnşallah hayırlısı olur diyelim.

 




Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

error: Content is protected !!
Haber her gün e-postanıza gelsin

Haber her gün e-postanıza gelsin

Yeni haberleri e-postanıza ulaştırmamız için mail adresinizi girmeniz yeterli.

You have Successfully Subscribed!