İnsan olmanın bilinci

Ramazan’in ruhu, kardeşlik mesaji

Bu sayıda, CMO Ulusal Iftarı’nda moderatör olarak Ingilizce yaptığım konuşmanın Turkcesini sizlerle paylaşmak istedim. Ulusal Iftar’a Sosyal Işler Bakanının yanısıra, Hollanda’nın yerleşik birçok yardım kuruluşu, bakanlıktan görevliler, büyükelçiler, cami ve STK yöneticileri, akademisyenler ve toplumun çeşitli katmanlarında görev almış insanlara hitaben. Aslında kendimize hitaben, bir kardeşlik çağrısı.

“Bismillahirrahmanırrahim.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
Adem insan olmanın bilincine ilk kez vardığında, birçok çocuğu oldu. Bunlardan ikisinin hikayesi nesilden nesile bizlere aktarıldı. Çocuklardan bir tanesi, kıskançlıkla ve kendini üstün hissederek, kardeşini öldürmeye niyetlendi ve böyle bir plan kurdu. Kendi kardeşini. Doğrulukta olan diğer kardeşi Habil’in, bunu öğrendiğinde söyledikleri çok manidardı: “Eğer beni öldürmek için sen elini kaldırırsan, ben seni öldürmek için elimi kaldırmam. Çünkü ben alemlerin Rabbi Allah’tan korkarım.” (Maide 28)

Adem’in çocukları, bu özel akşamda, bu özel ayda sizi burada karşılamaktan onur duydum. Hoş geldiniz!

Bugün, rahmet ve merhamet kavramlarını sizinle birlikte anlamaya çalışmak istiyorum. Sizi bir yolculuğa davet ediyorum. Peygamberlerin izini sürerek geçmişten bugüne ve oradan geleceğe bakmak istiyorum sizinile birlikte.

Rahmet ve merhamet nedir?

Yusuf’un kardeşleri de onu öldürmeyi planlamışlardı. Kendi kardeşleri. Yusuf, kardeşleri tarafından kuyuya atıldı, köle olarak satıldı, iftiraya uğradı ve yıllarca hapis yattı. Yıllarca süren acıdan sonra, Mısır’da bir bakan oldu ve kardeşlerini karşıladığında, şu tarihî sözleri söyledi:

“Gerçekten Rabbim bana lütufta bulundu. Beni hapisten kurtardı ve Şeytan benimle kardeşlerim arasına düşmanlık ektikten sonra çölden sizi getirdi. Bugün sizin için suçlama yoktur. Allah sizi bağışlasın! O, merhametlilerin en merhametlisidir! Erhamurrahimiin.”

Bu hikayeyi her okuduğumda, kendime şunu soruyorum: Eğer kardeşlerim bana böyle davransaydı, ben de onlara bu merhamet ve affedicilikle yanıt verir miydim? Verebilir miyim?
Bilmiyorum.
Peki ya sen?

Benzer şekilde, Musa halkını zalim bir hükümdardan kurtarmak için merhametle hareket etti.
İsa’nın mesajı merhamet ve sevgiydi. Kendisi merhamet ve sevginin simgesiydi.
Peki bu örnekleri hatırlarken, ben pasifizmi veya acıyı kabul etmeyi mi savunuyorum?
Hayır, kesinlikle hayır!

Ondört yaşında Hollanda’ya geldiğimde, her şeyin ne kadar iyi düzenlendiğine şaşırmıştım: Altyapı, evler, yeşillikler. Sağlık hizmetleri, eğitim ve düzenlemeler.

Eğer hastaysanız, bakım alırsınız. Eğer engelliyseniz, yardım sağlanır. Eviniz uygun hale getirilir, okula ulaşım düzenlenir. Hayvanların ve doğanın korunması, hepsi devlet tarafından sağlanır.

Hollanda’nın bir refah devleti olarak, rahmet kavramını, merhametle nasıl sistematik bir şekilde hayata geçirdiğine şahit oldum.

Bu tür bir merhametin gelişmesini mümkün kılan nedir? Onu besleyen nedir?
Ve cevap çok sonra geldi.

Bir gün, bir tarfik kazası sonrasında insanlar gördüm. Tartışmıyorlardı, hayır. Sadece gülümseyerek, polisi bekliyorlardı. Bu nasıl mümkün olur?

“Bir toplumun medeniyeti, en zayıf üyelerine nasıl davrandığıyla ölçülür.”
Çünkü haklarının korunacağına dair güvenleri vardı. Adalete ve hukukun üstünlüğüne güveniyorlardı.

Bir yandan, refah devleti şeklinde merhamet; diğer yandan, hukuk devleti aracılığıyla adalet. Her biri diğerini tamamlar. Biri diğerinin yerleşimini sağlar. Merhamet ve adalet, birbirinden ayrılmaz idealler. İşte burada merhamet ve adalet bir araya gelmişti. Hollanda’da.
Ama bu eski Hollanda’ydı.

Geçmişi düşündüğümde, peygamberleri rol modeller olarak görüyorum. Bir refah devleti ve hukukun üstünlüğü içinde Hollanda’da merhametin sistemli bir şekilde uygulandmasını görüyorum.
Geleceğe bakarken ise endişeleniyorum. Çocuklarımız için ne tür bir dünya bırakıyoruz? Dünyamız için ne tür çocuklar bırakıyoruz? Biz ne tür örneklik oluyoruz?

Umudumu, gücümü ve huzurumu toparlamak için tekrar geriye bakıyorum. Geleceğe dair, umuda dair bir bakış açısı geliştirmek için, çocuklarım için. Hepimizin çocukları için. Karşıma teorik felsefeden değil, yaşamın içinden başka bir örnek ortaya çıkıyor. En güzel örnek, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hayatından.

Mekke’de, o ve inananlar dayanılmaz koşullarla karşı karşıya geldiler. Sığınmak için, yakındaki Taif şehrine gittiler. Umudun dışında hiçbir şeyleri yoktu. Taif halkı onlara kucak açmak yerine, acımasız davrandı. Merhametsizce. Ona tükürdüler, ona hakaret ettiler, koruma sağlamadılar ve taslayarak yaralanmasına neden oldular. Kanlı ayaklarla ve kırık dişiyle Taif’i terk etti. Bir tepe altında dinlenirken, Cebrail (a.ş.) ona geldi: “Ey Allah’ın elçisi, Rabbin seni selamlıyor. Eğer istersen, bu halkı yaptıklarından ötürü cezalandırılabilir.”

Artık onların kaderini belirleme gücü elindeydi. Sadece bir kelimeyle hepsini yok etme gücü vardı. İki dudağından çıkacak bir kelimeyle kaderleri belirlenebilirdi. Ama alemlere rahmet olarak gönderilen peygamber, ne dedi? “Rabbim, onları affet. Çünkü onlar bilmiyorlar.”

Bu, bana kalırsa hayal edilebilecek en güçlü şeydir. Bir kişinin gücü ve tüm imkanları olmasına rağmen, belki intikam dürtüsünün varlığına ve hatta cezalandırmaya hakkı olmasına rağmen ve yok etmeye gücü olmasına rağmen, bir insan yine de merhameti seçiyorsa, bundan daha güçlü bir şey asla yok.

Konuşmamı Kuran’dan, Ali İmran 134. ayetle sonlandırmak istiyorum:
“Onlar, Allah’ın kendilerine verdiğiyle, kolaylıkta ve güçlükte harcayan, öfkelerini kontrol eden ve insanlara karşı bağışlayıcı olan kimselerdir; Allah, iyilik yapanları sever.”




Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

error: Content is protected !!
Haber her gün e-postanıza gelsin

Haber her gün e-postanıza gelsin

Yeni haberleri e-postanıza ulaştırmamız için mail adresinizi girmeniz yeterli.

You have Successfully Subscribed!