Öncelikle ciddi bir köşe yazarı edasıyla, sadece iki sayıyı atladığım için bana ulaşarak bir sonraki yazıyı soran okurlara teşekkür etmiş olmam, umarım kimseyi rahatsız etmeyecektir.
Umarım bendenizi, “üzerimdekini” çok sormuşsunuz diyen “influencer” arkadaşların, pazarlama tekniği olarak “üzerindeki” ürünün çok talebi varmışçasına davranıp ürüne değer atfeden güruhtan biri saymazsınız. Harbiden soran oldu.
Sonrasında, bu köşeden kesinlikle büyük laflar ederek, kendi uygulamadığım şeyleri savunmayı ve/veya buradan ahkam kesme niyetinde olmadığımı belirtmek isterim. Ki yazıyla ahkam kesmenin son derece ulvi bir inisiyatif olduğunu düşünüyorum.
Ancak, ahkamı kesecek kişi şair ise geniş bir düş gücü olmalı, duyarlı ve duygulu olmalı. Düşünür ise, düşünmeyi kendine uğraş edinmiş, genel sorunlarla ilgili yeni ve kendine özgü düşünceleri olmalı, ya da yeni düşünceler üretmeli. Aktivist ve veya belirli bir rejimin ya da düşüncenin karşısında ise, onun yazısı zaten başlı başına bir eylemdir. O ahkamın yine belirli sınırları ve dayandığı bilgiler ve tecrübesi olmalı. Ya sıradan yurdum vatandaş ise? Muhtemelen bu gruplardan en çok o kesiyordur ahkamını. Bunun sınırları olmalı mı? Elbette, evvela ahkam kestiği hususta kendi özünü, kendi geçmişini değerlendirmeli. Belirli ahlaki normları çiğnemiş ve bu hususta bedel ödemiş kişinin, ahlak felsefesi hakkında neler söyledikleri ciddi bir etki yaratmayabilir.
Yurdum vatandaşı ahkam kestiği hususta kendi bilgisini tartmalı ve ahkam kestiği husustaki “fact-checking” yapmalı. “Sıradan vatandaş bunu nasıl yapabilir ki?” diyerek ağzınızı bükmeyin; yüzde 50’sinden dahi emin olmadığı ve “fact” temelli olmayan bir düşüncede nasıl ahkam kesiliyorsa… Ameliyat önce, tam çekilmemiş bir röntgenin verimsizliğini yansıtmaz mı? Laftır yazar geçer, söyler geçer demeyin, kelam lügatte, etkilemek, yaralamak anlamında “ke-le-me” kökünden türemiştir. O yüzden klavyenden dökülene dikkat, yaralar iki gözüm! Önce hedefini ama en nihayetinde kendini.
Bu arada niyet ettiğim asıl konuya daha gir(e)meden, farklı pencerelerin açıldığını sizinle birlikte ben de tecrübe ediyorum. Yazı teslim saatine yetiştirmeye çalışırken, zihin yolculuğunda önümde istemsizce beliren konuları aktarırken, bir sonraki yazıyı düşünüyorum. Muhtemelen ya aktivizm çeşitliliği ya sözün üstünlüğü ya da bireyin hayatında had ve hudutlarını nasıl bulmalı olacağı konusu zihnimi meşgul ederken… Yine on şeyi aynı anda düşünüp, muhteşem bir DEHB anı saptıyorum. Son olarak DEHB ile başarıya giden yol düşüncesini yazmak fikrini aklımdan çıkarıp konuya müsaadenizle girmek isterim.
Kelam-ı Kebir’den beni epeyce meşgul eden ayetlerden biri ile başlamak isterim. Buradan fetva verecek bir konumda olmadığım gibi, farkındalık konusuna bir farkındalık oluşturma gayretimden başka bir gayem yok…
“Ey insanlar! Yaptığınız bütün taşkınlıklar, döne dolaşa yine kendinizi bulacaktır. Yalnızca bu dünya hayatının geçici doyumlarını gözetiyorsunuz; fakat hatırlayın ki, sonunda bize döneceksiniz ve o zaman hayatta yapıp ettiğiniz herşeyi, size eksiksizce haber vereceğiz.”
Yunus Suresi 23
Bilmiş ya da yanılmış insanın dar kafalılığı en fazla her şeyin anlaşılabilir olduğu kanaatinde kendini gösteriyor. Akıllılığı, bilgisi ve bilgi olarak telakki ettiği bilgisizliğinin bir toplamıdır oysa insan. Bilgisizliğin ve peşin hükümlerin cezasını çekeceğini zamanla öğreneceğinin bir uyarısı olarak algılıyorum bu ayetin son cümlesini. Kişi ne yaptığını bilmez mi ki, ona yaptıkları eksiksizce haber verilecek.
Kişi yapmış olduğunun eylemlerin sonuçlarını, hem daha büyük ölçekte etkilerini bilmemekle beraber, kendisi farkında olmadan farklı alanlarda, farklı kişilerde ve farklı disiplinlerde sonuçlarının farkında değildir. Daha basitçe ifade etmek gerekirse, gaybtaki etkisinin de farkında değildir. Bir söylemin, bir sözün ileride başına açacağı belaların da o an farkında olmadığı gibi, enerjisel boyutta kendisine ya da bir başkasına verdiği zararın da farkında değildir. Enerjisel boyut derken?
O kalkan sol kaşınızın aniden kalkmasına hiç şaşırmıyorum çünkü yaşamımızda sözcüklerin ruhsal ve fiziksel dengemiz için ne denli önemli olduğu gerçeği öğretilmedi. Dua esnasında değişen su kristalleri videolarına muhtemelen rastlamışızdır da, sözlerimizin ve eylemlerimizin kader örgüsündeki farkındalığını taşısa idik… Acaba eylemlerimizde ve söylemlerimizde bir değişime gider miydik?
Kişi yıllar sonra edindiği bir hastalık, ya da başına gelen olumsuz bir musibette kolaylıkla çeşitli bahaneler türetirken, kendi eylem ve söylemlerinin kader örgüsüne etkisini göz ardı eder. Belirli düşünce kalıplarını düstur edindiğinin de farkında değildir mesela. Ya da minimal bir hareketin yarattığı kelebek etkisinin.
Kişi kendi hayatında bir farkındalık yolculuğuna çıkmalı. Çok klişe gelse de, yeryüzüne “şahit olmaya gelen insan”, farkında olmadan ne derece şahit olabilir? Ne yapsa farkındalığını daha da derinleştirebilir? Farkındalık şimdiki deneyiminin bilincinde olma ve onu kabul etme anlamına gelir. Farkındalık, kendi duygu ve düşüncelerine karşı içgörü kazanmayı, dikkatin negatif ve takıntılı şekilde kendine odaklandığı düşünme biçimlerinden uzaklaşmayı sağlayan bir beceri olarak değerlendirilmektedir. Yaptığımız seçimleri, farkındalık halinde yaptığımızdan emin değilsek, özgür bir seçimden bahsedebilir miyiz? Farkında olmamız gerekenleri, ‘fark etme’ üzerine tefekküre var mısınız?